29 Aralık 2010 Çarşamba

HEP YAZMALI

Hep yazmalı diyorum. Hep yazmalı. Anlatmalı elden geldiğince. Belki duyulmaz sesim ama çığlıklarım son bulmamalı. Ben susmam. Konuşmasam da susmam. Ki başaramaz bunu hiçbir insan. Yapılabilir mi ki öyle bir an. Kimsenin düşünmediği yaşamadığı o an. Ölüm kadar olur belki ama o kadar sıradan olamaz duyulmayan. Susturmayın sakın cümlelerinizi, yoksa kalmaz ortada hiçbir anlam!
Kendiliğinden olur inan. Bırak, dokunma, zorlama sakın. Üzerine gittikçe kayar avuçlarından. Ellerindir ona hakim olan, sahibi olduğuna bakma, arkandan vuramaz ellerin önündeyken ama, seyirci kaldığında yaşananlara, sakın ellerini ardında bağlama!
Anlat. Durmadan anlat. Hiç korkma, tam gözünün içine bak. Şimdi nedir seni ona bağlayan? Hangisi da sağlamdır ki, harf harf, hece hece örülmüş bir iskeleden, bacasında kelimelerin tüttüğü, cümle yüklü bir vapurla; sayfalar denizine açılan aklından!


23 Aralık 2010 Perşembe

BENİM


yakındır dönmelerim, kendimle yüzleşmekteyim..
yazmak bırakılmaz bilirim, yoksa yaşanmaz der hallerdeyim..
evet benim,
yazan benim, çizen benim..
rolümü emanet etmem kimselere
yine sahnelerdeyim!

4 Aralık 2010 Cumartesi

Şimdi Ben!

Oysa ben…
Şimdi ben..
Yıllardan sonra yollardan sonra
Yine yan yanayız onunla
Hem de hiç ayrılmamacasına
Öyle tanıdık bir ses ki
Elleri hiç bırakmamış ellerimi sanki
Hep buradaydı adeta
Her anımda yanımda
Şimdi düşler gerçek olmakta

İyi tanır o beni
Konuşmasam da duyar söylediklerimi
Kokum mu değişmiş, bu saçlar yeni mi
O söyledi, biliyor işte:
“yıllar geçti an değil,
ama vermemişsin son anda aldığın nefesini!”

Bilir o beni
Susmalarımı dinler benim
Coşkuma katılır, hüznümü yüklenir
Kıyamaz ki
Elimden alır
Elinde taşır



30 Kasım 2010 Salı

80 YAŞIMA GELMİŞİM

Öğrencim Beyza Bağcacı. Yazmış olduğu empati çalışmasını paylaşmak istedim. Yazısında kendisini 80 yaşındaki bir teyzenin yerine koyuyor. Cedric'e gönderme yapmasına bayıldım. Ne diyeyim, bu çocuklar harika:)


80 YAŞIMA GELMİŞİM
Ben zorluk çeken bir teyzeyim. Bir gün bayramdı. Çocuklar neşe içinde zillere basarak bayram kutlamaya geliyorlardı. Bir gün benim evime gelmişlerdi. Onları kendi torunlarım, kendi evlatlarım gibi kucakladım sonra şeker verdim. Çok sevindiler. Heee size ailemden bahsedeyim. Beş çocuğum var, iki torunum var. Çocuklarımın adı: Derya, Melda, Hülya, Berna, Musa. Torunlarımın adı: Arda, Ada. Onları çok seviyorum. Ama hepsi evli. Odamı tarif edeyim: yatağım var, bir adım ilerisinde camım var. Ama ona yürümek ölüm. Çünkü; belim ağrıyor, bacaklarım sızlıyor, kaburgalarım sanki kopacak. Evde ben yalnızım. Keşke torunlarım beni ziyaret etse, çocuklarım  da öyle.
Eğer çocuklarınız varsa kıymetini bilin. Çünkü onlar evlenirse onları çok özlersiniz. Eşim vefat etti. Bunları unutmayın.
80 yaşındaysanız hayat gerçekten çok zor!

28 Kasım 2010 Pazar

23 YAŞIMIN AKŞAMI

23 yaşımın akşamındayım. Bu akşam başka akşam. Ben on beş yaşıma geldiğimde annemin makyaj malzemeleri benim olacak diye heves ederken; şimdilerde aynada bir kadınla yüz yüzeyim.
Bir kız çocuğu annesinin eşyalarını nasıl kıskanır nasıl heves ederse onlara sahip olmayı; ben de öyle arzuluyordum büyük olmayı. Dün gibi hatırlıyorum aslında, tuvalet aynasının ( neden tuvalet aynası denir hiç anlamam, karşısında hep tuvalet mi giyilir ya da, neyse tamam çirkinleşmeyeceğim) karşısında, o küçük tabureye yani annemin deyişiyle pufa oturmuştum, içinde; biri bordo biri turuncu renkte iki ruj, kirpik kıvırma makası, pastel tonlara sahip bir göz farı, kapağı aynalı fakat bir türlü kapanmayan oldukça renkli bir makyaj seti, ojeler ve birkaç takı bulunan çekmeceyi karıştırıyordum. Hangisinin ne işe yaradığını adım gibi biliyordum aslında ama çocukluğumda sahip olduğum ve hala sahip olsaydım keşke diye hayıflandığım oldukça geniş bir hayal gücü ve yaratıcılıkla farklı bir şeyler denemeye karar vermiştim. Önce mutfaktaki annemin bana yetecek kadar bir süre boyunca yatak odasına uğramayacağından emin olmam gerekiyordu. Mutfağa gittiğimde annem soğan doğruyordu, bu demek oluyordu ki annemin en az yirmi dakikası var. Çünkü yemek yapmaya soğan doğramaktan başlardı annem ve işini bitirmeden mutfaktan ayrılmazdı. Odaya geçip ojelerden en parlak olanı seçmiştim ve tırnaklarıma değil dudaklarıma sürmüştüm bir güzel. Bana göre rengi tırnakta değil dudaklarda daha güzel duruyordu. Tam saç fırçasından mikrofon yapıp şarkılarımı seslendirmeye başlayacaktım ki; annemin çığlıklarıyla programım başlayamadan bitmişti. Şimdi aynanın karşısındayım, fırça yok elimde ama annem sesleniyor; “ hadi bir şarkı söyle” diye.
23 yaşımın akşamı. Küçükken kalın kapaklı romanları okumaya çalışırdım. Okurdum ama hiçbir şey anlamazdım aslında. Belki yirmi ya da otuz sayfa okuduktan sonra bırakırdım kitabı. İçindeki dünya bana çok yabancı gelirdi, anlamak için büyümem lazım diye düşünür, büyümek için anlamaya çabalardım. Okudum, okudum, okudum. Yıllar geçmiş, ben büyümüşüm; anlamadım.
Şimdi benim doğun günüm ya her şeyde bir parça ben arıyorum ve her şeyde bir parça hüzün nedense. Melankolik insanım, bilenler bilir. 23 yaşımın akşamı, birinin sonu; ötekinin başındayım.
Yeni yaşım belki yeni hayatım… Hayat! Sana fark atmaktayım!

23 Kasım 2010 Salı

ŞÜPHE


Bir hayal düşünün. Bir olmayan. O düş ki; siz onunla ilgilenmiyorken dört dönüyor etrafınızda, kulaklarınızı tıkamışken ona, o çığlık çığlığa. Küçük bir çocuk gibi eteğinizi çekiştiriyor durmadan, kurtulamıyorsunuz. Ne yapsanız içinde biraz da o var. En muhteşem anlarda başrolü paylaşıyor, en kötülerde gamlı baykuşu oynuyor. Kaleminize kağıdınıza sarılıyor. Elinizde tuttuğunuz grafitin samanla buluştuğu o yerde hep o duruyor. Ona değmeden yazamıyorsunuz. Yastık kılıfınıza tutuşturmuşlar adeta. Başınızı her koyduğunuzda yastığa, saç diplerinizden içeriye giriyor. Beyninizi ele geçirip, kemirmeye başlıyor düşüncelerinizi. İstediğini istediği gibi kırpıyor, kesiyor. Siz uykudayken bile o çalışıyor. Düşüncelerinize kılıf, kelimelerinize perde oluyor. Ne istediğinizi söyleyebiliyorsunuz ne de dilediğinizi düşünebiliyorsunuz.
Şüphe! Siz onunla ilgilenmediğinizde hayatınızda her zerresiyle.
Ya siz masaya koyup varınızı yoğunuzu, ona döndüğünüzde?
Yok olur şüphe!
“Sakın gözlerine bakma, kaybolacaktır baktığın anda.”
Onsuz olmaz bilirsin.
Şüphesiz şüphelerimi doğru çıkarmayacaktır;soruyor şüphe:
“Neye inanmak istersin?”

19 Kasım 2010 Cuma

LÜSYEN

Atatürk, dans etti Lüsyen’le… Tevfik Fikret ona edebiyat dersi verdi. İnönü, evlerinde satranç oynadı. Nazım Hikmet, sofralarında yemek yedi. Kimler yok ki, bu belgesel romanın sayfaları arasında: Mehmet Akif’ten Victor Hugo’ya, Damat Ferid’den Oscar Wilde’a, Yahya Kemal’den Hindenburg’a, Necip Fazıl’dan, Karındeşen Jack’e, Abdülmecid’ten Namık Kemal’e, Sultan Reşad’dan Talat Paşa’ya Geçen asrın en ünlü portreleri… Ve onların arasında bir çağ yangınının tam ortasında yaşanmış inanılmaz bir aşk hikâyesi…

Şimdiye kadar hiçbir kitap beni bu denli etkilememişti. Büyülendim adeta kitapla. Hayran kaldım Lüsyen'e Abdülhak Hamid'e. 5 Şubat'ta Zincirlikuyu da olacağım inşallah, Abdülhak Hamid ve Lüsyen in mezarları başında..

17 Kasım 2010 Çarşamba

Başta, Sonra..

Sanki içine düşmüşüm, düştüğümde burkulan ayağımın sızısı parmak uçlarıma kadar uzanmış. Hem parmak uçlarımı, hem ayağımı, hem bütün bedenimi kaplayan ince bir tabaka içinde çırpınmalarım boşuna. Tırnaklarımı batırıp yırtmaya yeltendiğim tabaka kendi derim oluyor bir anda. Acıyorum, kanıyorum ardından. Avuç içlerimi bastırıyorum yaralarıma; bana benden başkası iyi gelmiyor. Kendime sarılıyorum korktuğumda.
Oysa böyle olmayacaktı, böyle anlaşmamıştık en başta. Bu ne hüzün, bu ne karanlık dünya!

15 Kasım 2010 Pazartesi

Miyase'nin Kuzuları

Hayvanlar Dünyasından İnsanlık Durumları ve Dersleri

Üstün Dökmen bu romanda birebir yaşadığımız ve yaşam boyu karşılaşacağımız toplumsal ve psikolojik açmazları, hayvanların gözünden ve dilinden mercek altına alıyor; ne denli verimli ve yaratıcı olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Olan bitenin hayvanlar üzerinden okura aktarılması, yaz sabahlarında sisler içinde kalan ovalar gibi buğulu ve büyülü bir atmosfer yaratıyor. Romanın sonunda bu sis dağılacak, belki çiy taneleri gibi birkaç damla yaş kalacak gözlerimizde…

Çok etkilendim, dediği gibi birkaç damla yaş kaldı gözlerimde..
Sıcacık, etkileyici, hareketli, ilginç bir romandı..
Okumanızı tavsiye ediyorum..

11 Kasım 2010 Perşembe

AY HIRSIZI

Sunay Akın  kitabı Ay Hırsızı’nda gözünü Ay’a dikiyor ve bir arkeoloğun sabrıyla kazıyor insanlığın ortak birikiminin üzerine çöken tozu toprağı… Ortaya çıkardığı bilgiyi şair duyarlığıyla ilmek ilmek dokuyor ve okurunu hayrete düşürecek öyküler bir bir diziliyor karşımıza.

Cervantes ve Mimar Sinan hangi caminin inşaatında buluştu?.. Enver Paşa’nın uçağı kaç kez düştü?.. Piri Reis’in haritası Topkapı Sarayı’nda nasıl bulundu?.. İstanbul Boğazı’nı yürüyerek geçen Attila Hülagü’nün sırrı neydi? 157 yıl yaşayan Zaro Ağa’nın Amerika seferi… Atatürk neden hiç uçağa binmedi?..

Kitabı çok beğendim, çok farklı anektodlar, inanılmaz rastlantılarla hayrete düştüğüm bir kitaptı.
İlgilenenlere öneriyorum, "Ay Hırsızı" mutlaka okunmalı..

Bir Akşamüstü

Güneşe karşı yürümek istiyorum bir akşamüstü. Güneşe yürümek, yolunda yürümek, üzerine yürümek istiyorum güneşin. Yakalayabilir miyim sıcaklığını bilmem; ama yolunda erimek istiyorum.
Önce yüzüme vursun ateş oklarını, bakamayayım yüzüne, başım öne eğik, ağır adımlarla yaklaşayım ona. Ardından tüm bedenimi ele geçirsin sıcaklığı, kemiklerime kadar insin, ısıtsın beni. Kavrulmaya başlayayım zamanla, tenimden ayrılsın içtiğim suyum, benimle kalayım; kapanmış gözlerim, esmerleşmiş tenim, susuz bedenim, kavrulmuş ruhum!
Ben çok üşüyorum…

9 Kasım 2010 Salı

YILDIZ TOPLAYICISI

Küçücük bir odada, ufak bir kız çocuğu yaşarmış. Odası; dünyasıymış. Odanın tavanında yıldızları, penceresinde; güneşi, ayı, duvarlarında; dağları, ormanları, denizleri varmış. Kız çocuğu en çok yıldız toplamayı severmiş. Biriktirdiği yıldızlarla koca bir galaksi kurmuş kendine, kendi gökyüzünde. Yıldızlarına hayranmış kız çocuğu, onları seyre dalarmış çoğu zaman, öyle mutlu olurmuş ki yıldızlarını izlerken, umurunda olmazmış; dönmese dünya, dursa zaman!
Bir gün bir yıldız koparmış gökyüzünden küçük kız. Öyle güzel öyle parlak bir yıldızmış ki gözleri kamaşmış ışıltısından. Odasına, diğer yıldızlarının arasına salıvermiş onu da. Ancak yeni gelen öyle çok ışık saçıyormuş ki diğer yıldızlar sönük kalmış yanında. Küçük kız çok şaşırmış bu işin nasıl olduğuna. Bakakalmış hayran hayran yeni yıldızdan saçılan ışığa.
Diğer yıldızlar kırılmışlar küçük kıza. “O gelince bizi unuttu, artık bizi sevmiyor” diye düşünmüşler. Birer birer kaymaya başlamışlar üzüntüden, küçük kızın gökyüzünden.
Yeni gelen de kendini suçlu hissetmiş olanlardan. “Ben geldim diye onlar gidiyorlar, oysa buraya ait olan onlar.” demiş kendince.
Küçük kız ne yeni gelenden vazgeçebiliyormuş ne de diğerlerinden. Hepsini öyle çok seviyormuş ve bağlıymış ki onlara. Küçük kız çok düşünmüş ve sonunda aklına bir fikir gelmiş. Yıldızları kaymasın diye hepsini birbirine bağlamış. Sonra tüm yıldızlarını yeni gelene tutuşturmuş. Artık hepsi bir aradaymış. En başta en çok parlayanı ve ardında diğer yıldızları… öyle uzun bir sıra olmuş ki yıldızlarından küçük kızın odasına sığmaz olmuş artık. Öyle göz alıcı bir parlaklık ki dışarıdaki ay kadar güçlü ışıldıyormuş. Küçük kız düşünmüş ve karar vermiş: yıldızlarını, eşi benzeri olmayan, birlikte dolaşan yıldızlarını dışarıya, dışarıdaki gökyüzüne tekrar salacakmış. Penceresini açmış ve en parlak yıldızını camdan gökyüzüne doğru uğurlamış. Ardından da diğer yıldızların gidişini izlemiş. Küçük kız, onlar giderken arkalarından özlemle seslenmiş: “ güle güle kuyruklu yıldızım, beni sakın unutmayın!”
Kim bilir…
Gökyüzünde dolaşan, tüm evreni büyüleyen kuyruklu yıldız belki de hala sahibesini arıyordur…

8 Kasım 2010 Pazartesi

Dev Olmak İstiyorum

Söylenmemiş sözlerim, okunmamış mektuplarım var diye başlamıştım ben yazmaya. Daha küçüktüm, sonra büyüdüm. Sözlerim, cümlelerim de büyüdü benimle. Şimdi hangimiz daha büyüksek o alacak diğerini içine.
“Bir silahım olmalı benim. Sürekli belimde durmalı. Her zaman yüksek olmalı topuklarım. Dimdik yürümeliyim. Hiçbir şey hiç kimse duramamalı önümde. Bazen görmemeliler bazen gözlerinin içine sokmalıyım kendimi. Gülmemeliyim kimseye. Kimse hak etmiyor çünkü benim gülmelerimi. Bana bile bırakmıyorlar beni. Susmalıyım daha çok. Günde beş cümleyi geçmemeli konuşmalarım. Yüksek sesle müzik dinlemeliyim her yerde. Kimseyi duymamalıyım. Kimse beni duymamalı. Yürümeliyim olabildiğince. Durmamalıyım. Hızlı olmalıyım. Heybetle kalkmalıyım oturduğum yerden. Rüzgar esmeli hızlıca; ama ben ondan daha sert olmalıyım, karşı koymalıyım ona. Hem dağılmalı saçlarım, hem de kapatmamalı yüzümü. Alnım açık yüzüm dik yürümeliyim. Bağırmamı yeğleyecekleri zamanlar olmalı. Öyle susmalıyım ki. Hiçbir şeyin ucundan tutmamalıyım, tuttuğumda kavramalıyım o şey her ne ise; düşmesi imkansız olmalı. Sağlam görünmeliyim. Kapı gibi demeliler arkamdan. Hükümet gibi sözlerini de duyabilirim. Bakmam yetmeli yıkmak için her şeyi. Ve her şey yıkılmalı. Adımlarım sarsmalı, ardımı tuz buz etmeliyim. Büyümeliyim daha fazla büyümeliyim. Taşmalı artık. Sığamıyorum bu bedene. Bana dünya dar. Fazlalıklar atılmalı dünyadan. Yeterince boş alan olmalı. Ben doldurmalıyım her yeri. Ben olmalıyım. Dev olmak istiyorum. Korkulan, kaçılan, yalnız bırakılan bir dev. Güzel ya da çirkin mühim değil. Gidilmeli bu dünyadan. Ardında kocaman izler bırakarak ve gitmeliyim buradan. Her şeyi yerle bir yaparak!”

7 Kasım 2010 Pazar

TSM DİNLEMEK

Türk Sanat Müziği dinlemek; dinleyip söylemek, hissetmek, yaşamak gibi. Bana kalırsa ayrıcalıktır Türk Sanat Müziği dinlemek.
İçim sıkılınca Türk Sanat Müziği dinlerim, kendimi iyi hissettiğimde de aynı. Korkmuşsam sığınağımdır hicaz makamı. Eğlencemin ritmi rastta gizlidir. Dostlarımla berabersem, tabaklara çarpan kaşık çatal seslerinin arkasından kulağıma fısıldar neva makamı. İnsan her zaman iyi olmaz olamaz elbet bilirim, ama iyi olmaya meyletmediği zaman da olur, onu da bilirim, küçek makamıyla sarılırım kabuklarıma yaralarıma bassın kanatsın diye. Belki o zaman dökülen kanımla rahatlarım, hüseyni ile durulup, puselik ile güç bulurum… Türk Sanat Müziği dinlemek ayrıcalıktır, bilmem Necip Fazıl da dinler miydi; bulmuş muydu biricik meselesinin yongasını, sonsuza akarken rehavi mi çınlamıştı kulaklarında?

YOK

Yok diyorum işte.
 Yok böylesi.
 Ne duygusu , ne hissi.
Mutluluk dediğinizi bağladığınız ipin ucunda sallanmaktır sizinki.
 Ben yok derim buna.
Yok bende öylesi.
 Yalıtılmış bir oda belki benimki.
 İçeri giremeyenler ve dışarı çıkamayanla var olan.
Kapısında onlarca kilit.
 Değil o kilitleri açmaya zorlamak; yanına bile yaklaşmıyorum.
Ki yaklaşamıyor kimse.
Ruhsuz duygusuz olmayı yeğlemişim ben burada.
 Ne bekleyiştir bu kutlu zamanı , ne sevmeyiş, ne de unutulmamış.
 Anlamsızlığıyla bütün olmuş.
 Anlamını bulmuş.
 Banadır kahrı çilesi , kimseye dokunmaz sillesi.
Sesim çıkmayacak ta ki yıkılana kadar bu duvarlar.
Üstüme düşsün , ezileyim , boğulayım varsın ne yazar.
 İmdat ki ; kimedir bu çığlık:
Yeter, kurtar!

5 Kasım 2010 Cuma

Meşk Ne Demek?

“ Meşk olmayınca aşk hiç yürümüyor.” Diyor şarkıda. Ne demek bu meşk diye takıldım. Anlamını araştırmaya kalktım kendi çapımda ve içinde buldum kendimi. Meşk etmek! Yazı ve müzikteki anlamı; bir şeye alışıncaya kadar yapılan alıştırma imiş. Yazı ve müzik dersi olarak geçtiği yerler de var. Yazı ve müzik. Meşk. Meşk ediyormuşum haberim yokmuş.
Şimdi anlamadığımsa aşk ve meşkin neden yan yana kullanıldığı. Ben çabalıyorum bağdaştırmaya ama aşk ve ders yan yana nasıl bir bağlamda duruyorlar acaba? Hem neden meşk olmayınca aşk yürümüyormuş? Aşk bağımsız değil midir ki? Aşk olunca denmez mi asıl, aşk olunca olmaz mı tüm olmazlar. Yapılmaz mı tüm yapılamazlar!
Çok duygusalsın be Gamze, az biraz dur, bırak kendi haline. Hani durmuştun sen, şimdi bu coşmak niye?

Ben Olmaktan Çıkınca

Şimdi tekrar ben olabilmek için ne yapmam lazım..
Zayıf mıydı bu kadar kişiliğim benlikten ben olmaktan ne de kolay çıkabildim…
Beni nerde bıraktım şimdi kimim…
Nerde eski hallerim ..
İçten gülümsemem nerde gerçekten mutlu olmalarım…
Şimdi yaşadıklarımın hepsi ya yalan ya da bir rüya olmalı..
Ben bu değilim olamam ki..
Nerde durmam gerek nereye yürümeliyim..
Yolumu kaybetmek değil bu yolum yok artık…
Ve en acısı ne seni suçlayabilirim tüm bunlar için ne de bir başkasını..
Ben yaptım ben yarattım tüm bu olanları..
İçimi acıtsa da yaşananlar yaşadıklarım, benim işte
Hepsi benim eserim..
Ya durmalıyım mola vermeliyim nefes almaya..
Ya da dönmeliyim en başa..
Ama bu sefer yalvarırım ,,,
Sen olma hayatımda…

3 Kasım 2010 Çarşamba

"ESKİ"

Zordur geçmişle eskiyle savaşmak..
Benim için daha zor. Çünkü hem kendi geçmişimle hem seninkiyle harpteyim. Benimki yakamı bırakmış gitmiş, çekiştirdiği yerlerin sızısı kalmış geriye..
Şimdi yavaş yavaş kurtuluyorum onlardan da.. ne izi kalsın istiyorum ne sızısı ne de herhangi bir yansıması.. uğraştım bunca zamandır.. çoğu gitti , yolun yarısı çoktan bitti, bir kulaçtan sonra karadayım ben..
Ama sen, ama sen…
Seninkiyle baş etmek daha zor  benimkinden .. ulaşamıyorum ki derindeki sana.. bir görünüp bir kayboluyor.. tam yakaladım derken, geçmişin geliyor gözümün içine baka baka , sırıta sırıta alıp seni götürüyor benden.. her defasında onca zırhı kuşanıyorum üstüme bu sefer alamasın seni diye… ama hep aynı son, hep aynı…
Seninkiyle uğraşmak benimkinden beter be adam.. ben üzülsem de duymazsın duyurmam..ama sen üzülünce duruyor bendeki zaman.. kalk diyorum kendime, bir şey yap üzülmesin, acı çekmesin yine.. kimse gelip incitmesin, kandırmasın sözleriyle..
Eskiyle savaşmak zordur..
Seninkiyle daha zor.. kendimden geçtim artık ama ; şu sendeki eskiyi gel de bana sor!

2 Kasım 2010 Salı

Korkuluk

Öğrencim, İrem Çınar' ın empati çalışması. İrem 9 yaşında, 3. sınıf öğrencisi.. Yazmayı çok seviyor. Kendini bir korkuluğun yerine koyduğu yazısı..
Ben bir korkuluğum. Yağmur yağdığı için çok üşüyorum. Keşke ben de eve girip ıslanmasam, keşke. Yürüyemiyorum bile yürüyor olsaydım, kendime sığınacak bir yer bulurdum. Düğmeli gözler, yapma ağız, yırtık eski püskü elbiseler hoşuma mı gidiyor zannediyorsunuz? Hayır !
Zanneden varsa, cevabım; hayır! Her zaman kargalar üzerime konup beni rahatsız ediyorlar. Keşke rahatsız etmeseler. Benim dünyada en büyük dileğim, yürümektir. Başka şey de dilemem ki, eğer elime bir fırsat geçerse yürümek isterim. Şimşekler keşke çakmasa, yağmur yağmasa, hep güneş açsa, ama öyle şeyi anca rüyamda görürüm ben. Ama benim rüyam da yok ki! Hadi bay bay, beni yalnız bırakın…

1 Kasım 2010 Pazartesi

Ne Mi Yapıyorum?

Eğer bir yerinden tutunuyorsanız hayatın, gerisini akışına bırakın. Slogan gibi oldu ama öyle. Elimden geldiğince öyle yapmaya çalışıyorum ben. Çünkü her an bir diğeriyle aynı olmam mümkün değil. Her an canımı sıkacak ya da mutlu edecek bir şeyler bulabiliyorum. Hatta bazen aynı şey; bir an canımı sıkarken, bir an keyif veriyor. Öyleyse diyorum Gamze, hemen koyvermeye ya da kapılmaya gerek yok, anı yaşa bakalım. Bazen öylece duruyorum, durduğumda fark ediyorum ki her şey çok hızlı oluyor, başımı döndürüyor tüm bu karmaşa. Nasıl dayanıyormuşum diyorum hatta; içindeyken ben de.
Durma zamanı! Şimdi biraz duruyorum. Bırakıyorum aksın gitsin her şey kendiliğinden. Elimi bile sürmeyeceğim şöyle olsun, bu tarafa doğru aksın, buna karışsın, bunu ayırsın, onu almasın, şununla kalsın, umurumda değil şimdi. Bıraktım. Kendileri bulsunlar yönlerini…
Şimdi anlarım var benim. Hepsi de yepyeni. Eskimiyorlar hiç. Her birinin ardından hemen diğeri… Masamın üzerindeki her şeyi fark edebiliyorum şimdi. Kullanmadığım kalemimin varlığını unuttuğumu şimdi fark ettim. Ellerim oldukça büyükmüş benim. Biri bana sesleniyor ve sesi  ne kadar da naif…
Ben durdum, varsa isteyen, devam etsin peşimden!

31 Ekim 2010 Pazar

"Yek Bir Nefes"

Elbet bir yerden değişecek yaşananlar..
Hangisi aynı kaldı ki bu güne kadar.
Uzun uzadıya isyanın anlamı yok
Sırandanlaştı artık eskimeyen başlangıçlar..
Biri sensin biri benim yaşananların taraftarı
Ya da bana karşı bütün dünya yine benimle sınırlı.
Unutulmayacak olan hangisi
Benim suskunluklarım mı
Senin karşılıksız konuşmaların son vermemelerin mi
Daha kaç kez susabilirdim ki…

Ömrümün derin zamanlarında
Sade güzelliklerinde bulduğumu sanırdım seni
Sanki gökten zembille inmiştin
Bir nefesten fazlası, çok daha fazlasıydın
Kalan nefeslerimdin sen
Uğraşmamalıydım artık
Ne gün saymak ne sabahlara uyanmak …
Belki de buydu suskunluk bozan;
Çığlıksız yek bir nefes almak..

"senin"

Bir Pazar günü. Hava güneşli( sevmiyorum şöyle aldatıcı havaları, güneş var ama buz gibi! Ya tam sıcak ol ya da sevdiğim gibi gri!) akşamüstü saatleri, elimde kalemim kağıdım… masamda “annemin” pişirdiği kestanelerim, kulağımda “babamın” tamir sesleri.. yazmak için, uygun zaman!
Bir önemi olmalı yaşadıklarımın. Birilerinin ya da bir şeylerin durumunu etkileyebilmeli söylediklerim. Boşuma bakmıyorumdur bakıyorsam ve beyhude değildir onca şarkı. Uyanıyorsam sabahın köründe hep bir şey için, uyumak desen rüyalara, yine öyle. Okuyorum, yazıyorum, çiziyorum… acaba niye?
Yüksek ökçelere alıştım mesela, durup dururken değil elbet! Tortelliniyi hiç söylemiyorum! İzlemeye devam ediyorsam yeni başlarcasına, yaşıyorsam her filmi, hep bir amaç uğruna..
Suskunlaşıyorsam, gözlerim dalıyorsa, üzülüyorsam, özlüyorsam, melankolik davranıyorsam vardır sebebi..
Çocuk oluyorsam, şımarıyorsam, şaşırtıyorsam, renk cümbüşü varsa hayallerimde, diyorum yine; sadığım sebebime..
Duyuyorsam, duymuyorsam, görüyorsam, görmüyorsam, kimi zaman göstermiyorsam, yokluğun varlığına inanıyorsam, biliyorsam eğer, ayna karşısındaysam, değişip aynı kalıyorsam, koşup yoruluyorsam, nefesimi çekebiliyorsam ciğerlerime kadar..
Ve kalemim susmuyorsa, ben susmuyorsam, sustuğumda korkuyorsam eğer, hepsi aynı nedenle..
Anlatamamaktan korkuyorum ama yine vardır sebebi ki; cesareti seviyorsam. Anla!
Henüz varım. Sebebimle yok olacağım. Olsam da olmasam da, söylemenin vaktidir; her şey “senin” uğruna!

31.10.2010

30 Ekim 2010 Cumartesi

Susmaktansa..

susmaktansa konuşmalı dedim..
susmamalı..
anlatmalı elden geldiğince
bi yolu bulunurdu elbet..
ne olurdu ki isteyince..
istedim diyebilince..
anlatabilince..

ne derin nefesler çektim
bilemezdi ki elbet
ne içtendi ahlarım
titremelerim ne kadar gerçek..

boğazımda ki yumrukla konuşamazdım
susmalıydım..

yok..
yalan yok...
inan yok..

diyemezdim ki..

bi yerden değişti mi yaşananlar
olmazdı ki eskisi gibi
güvenemezdi ki insan
öldürse kendini..

kalemim gitmekten ürkek
ben kendimle yüzyüze..
hiç böyle bakmamıştım
aynadaki kendime

kelebeğin kozasına hazin vedası
olan bitenin yansıması

tutmaz olmuş ellerim
söyleyemez haldeyim
aklımdakileri salamam ışığa
ama iyi bilirim;
kendimleyim...!

29 Ekim 2010 Cuma

"Deva'm"

ayrılık zor
04.07.2008
Bir akşamdır ki iki yürek çırpınır. Hem başlangıçtır bu gece hem de hazin bir son.. ne var ki anlatılamayanlar, söylenemeyenler bi kördüğüm olup oturmuştur boğazlara.. bitmemiştir ki hala gülünecek komik olaylar, paylaşılacak sevinçler, belki yalandan ama acı veren son buluşlar…alişmak kolay unutmak zordur öyle değil mi, şimdi gel de unut bu alişkanlığın en delisini..
Hiçbir şeye ona sormadan başlamamışsın, sormadıkların yalan olmuş gözünde.. bazen konuşmadan anlatmış duymadan dinlemişsin.. ama şimdi….
Bilirsin ki gidecek çare yok mecbur.. ya da gidenin ne önemi var kalan yokken ortada..
Hepsi başkadır evet hepsi bambaşka … ama böylesi… sığdıramıyorum kelimelere.. uyuzsun işte..
İlk kez sustu kalemim senin yüzünden..
Nerde olursan ol, nereye gidersen git, o deli ,zeki, gözlerinin arkasını gördüğüm, gülmelerine gülmelerini feda edebileceğim küçük kardeşimi alamazlar içimden…

"OYUN"

belki de unutmak için gelmiştim sana
ya senden öncesini
ya da seni unutmaya

elimde değildi
bir kere buluştu mu gözler
gerisini ne kalp dinler ne akıl

ama dedim
dedim sana ben
uzağımdır ben gelemezsin yanıma...
dinlemedin

şimdi ne yan yanayız ne de ayrıyız
ellerin avuçlarımda belki ama
gözlerin uzaklarda

kimbilir belki de uzaklardaki bende...

bu belki bir aldatmaca
belki bir oyun
sonunda kaybeden her iki taraf olan

oyun devam etsin bitmesin istesem de
unutma aklından çıkarmaki
hakikatte
ben yokum !

28 Ekim 2010 Perşembe

"Kahkalar Ülkesi"

Kahkahalar Ülkesi, Galen adlı küçük bir kasabada inzivaya çekilmiş ve kırk dört yaşında geçirdiği bir kalp krizi sonucunda ölmüş olan, efsanevi çocuk kitapları yazarı Marshall France tarafından kaleme alınmıştır.

Tom Abbey ve kız arkadaşı Saxony Gardner bu en beğendikleri yazarın biyografisini yazmak için dingin bir yaz gününde Galen'a gelirler.

Ancak ne bu uyuşuk, küçük kasaba ne de orada yaşayanlar göründükleri gibidir: Marshall France'ın gölgesi hâlâ mezarından kasabanın üzerine düşmekte ve büyüsü kitap sayfalarının çok daha ötelerine uzanmaktadır.

"Beni böylesine çarpan bir fantazya daha anımsamıyorum."
- Stephen King

"Muhteşem bir gövde gösterisi."
- Stanislav Lem

"Sevilen bir kitabın işler kötüye gittiğinde sığınılacak güvenli bir mekan olabileceğine inananların bayılacağı bir kitap."
- Neil Gaiman

"Hem korku, hem fantazya, hem polisiye... Günlük yaşamın gölgeli sınırlarında gizlenen sinsi bir dehşet!"
- New York Times

İki günde soluksuz okuduğum bir kitap.. Gerçekten çok etkileyiciydi..

"Yeni Sayfam"

Yeni sayfamsın benim..
Dedim ki kendime yeni, tertemiz bir sayfa aç..
Üstümde geçmiş sayfaların tozu dumanı..
Yorgunluktan koluma kaldıracak halim yokken;  bir baktım ki biri almış götürmüş beni yepyeni bir sayfaya..
Yeni…
Temiz, beyaz , kimsenin karalamadığı..
İlham peşimde yine..
Durmadan yazıyorum.
Ne için ne olacak bu yazdıklarım, düşünmeden yazıyorum sadece.
Her sayfanın sonunda yenisi kalemin ucunda,
Aynı hevesle dolduruyorum  her yeni geleni..
Hevesim heyecanım avuçlarımda..
Hiç bitmesin istiyorum sayfalar..
Çünkü daha söylenecek çok söz var..
Ne olursa olsun diyorum, ben yazayım..
Varsın okumasın, fark etmesin bile..
Ama ben yazayım..
Diyor ya şair:
“ben zararsız duyguların peşindeyim”
Ben de öyle..
Kalem ister ki; hiç bitmesin sayfalar,
Dökülecek cümlelerim var, anlatacaklarım var, duyuracaklarım..
Dilse; biraz utangaç:
Kal diyebilmektedir sadece…
Çırpınan, bağıransa çığlık çığlığa; gönüldür elbet !
Gönül der ki :
Gözlerini kapatıp açtığı anı dahi benimle dolsun,
İçinde, dışında, dilinde, kulağında bir beni bulsun..
Varsın roman olsun..lakin,
Aman bırakmasın
Sakın bırakmasın…

26 Ekim 2010 Salı

"Annem ve Babam"

Yaklaşık sekiz aydır bir başka yaşıyorum. sabahlara başka uyanıp, başka dalıyorum uykulara.. Eksiğim o zamandan bu yana, içim rahat ama özlem dolu.. Kimi zaman isyan ediyor kimi zaman şükrediyorum olanlara.. Onlar orda, ben burda.. 
Alışılmaz yahu kabul etmiyorum bunu.. Alışılsaydı eğer böyle olur muydu? 
Kahvaltı masasında henüz ayılmamışken ikimiz de, onların taklitlerine başlayıp gülme krizlerine girer miydik alışsak? Gün aşırı seslerine özlemle sarılır mıydık telefonlara.. ne alsak, ne yapsak katar mıydık onları da içine bir ucundan.. onlarla da yapalım diye listeler tutar mıydık... yalnızca bir gece uğruna yirmi beş saat yol çeker miydik... cep telefonunun şimdiye kadar hiç önemsemedğim özelliği hoparlörü kullanır mıydık... en zor anlarda acı onlar yok diye katlanır mıydı ikiye.. her şeyi bırakmak, sadece koşup sarılmak gelir miydi içimizden... 
Hiç ayrılmamıştım da zaten..
Şimdi vuslat zamanı işte.. Bu cumartesi evimizin kral ve kraliçesi dönüyorlar:)
Annem ve Babam..
"o güne çok var mı? elbiselerimi hazırladım ben.. temizlik de yapmak lazım.. geçen de yapmıştım çok güzel olmuştu hani o tatlıdan yapayım mı:? çok özledim ben be, kalbim çok hızlı çarpıyor heyecandan.. onlar gelene kadar kaç kez daha yatcaz kalkcaz abiii?"

25 Ekim 2010 Pazartesi

Umutlarım!

Geç kalmıştım biliyorum. Belki de artık beklemiyordun beni. Farkında bile değildin geciktiğimin gelmediğimin. Gerçi sen de haklısın nereden bilecektin ki bunca zaman sonun da bir gün kapına dayanacağımı..
Önce şurda anlaşalım. Yüzüme yabancıymışım gibi bakma. Ben ister miydim sanıyorsun böyle olmasını. Senden bunca zaman ayrı kalmayı. Oysa her sabah gözlerimi açtığımda aklımda bir sen vardın. “bugün kavuşacağız onunla hiç kimse bunu engelleyemez” diyordum her yeni gün. Ama olmadı. Yapamadım. Kapıyı açıp her şeyden kaçarcasına sana koşmak istediğimde tuttular beni göndermediler. Seni çok özledim, çok…
Biliyor musun orada herkes yalancıydı. Göz göre göre yalan söylüyorlardı “masumca” . hergün seni bana unutturma çabasındalardı. Bir daha asla buluşamayacağımızı senin öldüğünü dahi söylüyorlardı bana. Asla inanmadım onlara. Biliyordum gerçekleri, birgün mutlaka bir araya geleceğimizi. Ama esirleriydim onların. Ne deseler yapıyordum boyun eğiyordum. İnan çok acımasızlardı. Göz yaşlarım onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ben ağladıkça onlar seviniyorlardı beni daha çok üzmeye ağlatmaya çalışıyorlardı. Bir köşeye büzülüp gizli gizli seni düşünmek istesem hemen karşıma dikiliyorlardı. Onlardan hiç kurtulamayacağıma inanmaya başlamıştım ki , bu sabah her şey değişti…
Uyandığımda hepsi başımdaydı. Bana bakıyorlardı. Neler olduğunu anlamamıştım. Ayağa kalktım ve bana verecekleri yeni emri beklemeye başladım. Acaba yine ne olacaktı. Bu sefer hepsi farklı bakıyordu. Galiba en kötüsünü en ağırını hazırlamışlardı benim için. Sonra yüzlerine dikkatle baktım. Eğer her şey düşündüğüm gibi olsa onlar mutlu olurlardıiğrenç kahkahalarını  atarlardı. Ama öyle değildi. Hepsi çok üzgündü. Öyle bi bakışları vardı ki.neredeyse beni oracıkta öldüreceklerdi. Fakat dokunmuyorlardı bana, nefretle bakıyorlardı sadece. Sanki aramızda bir duvar varmışçasına, yaklaşamıyorlardı bile. Bu olanlar iyice korkutmuştu beni. Afallamıştım. Gidip deli gibi onları omuzlarından tutup sarsmaya başladım.
“Neler oluyor he?  Bu defa vurmayacak mısınız bana. Hiçbir şeyi kırıp dökmeyecek misiniz.  Gözlerimden kanlar akıncaya kadar ağlatmayacak mısınız. Cevap versenize! Belki de bu sefer benden kurtulmaya karar verdiniz. Artık sıkıldınız, yeni kurbanlar bulmalısınız öyle değil mi.  Peki.. söyleyin hadi. Nasıl öldüreceksiniz beni. Yavaş yavaş mı?  Acı çektirerek mi? Ya da biraz vicdana gelip! Kalbime bi bıçak mı saplayacaksınız sadece ? durmayın öyleyse. Ben hazırım!”
Hepsi yüzüme bakıyor, ama hiç konuşmuyorlardı. Bir adım geri çekildim, onları seyrediyordum. Sonra fark ettim üstlerini giyinmişlerdi ellerinde bavulları. Birer birer evimi terk ettiler.. buna inanamıyordum. Ne olmuştu da onlardan kurtulmuştum aklım almıyordu. Ama bu o kadar önemli değildi. Önemli olan artık özgür olmamdı…
Onlar gittikten sonra , hemen geriye kalan en güzel kıyafetlerimi giydim yıllardır bakamadığım aynama baktım. Biraz süslendim. O kadar heyecanlıydım ki elim ayağıma dolaşıyordu. Kendimi dışarı attım ve hiç durmadan koşmaya başladım…
Ve işte buradayım! Karşındayım. Şimdi beni bağrına basman için bekliyorum. İstersen sokakta yatır beni alma yanına.. inan kapında beklerim. Hiç pes etmem. Onlardan öğrendiğim tek bir şey var onlar gibi inatçı olmak! Ve ben asla, ne olursa olsun bırakmayacağım seni. Duymuyor musun kurtuldum onlardan. Artık yoklar. Onlar: karamsarlıklarım, kötü duygularım, ümitsizliğim…
Şimdi sadece sen varsın, siz varsınız. Hadi, bu kez izin verme onlara. Şuracıkta kapında beklerken beni kandırmalarına izin verme . koca dünyanda bana da yer vardır elbet. Ben geldim, geç olsa da.. kırma beni,, sen : umutlarım!

boğazıma takılan bir şeyler var

hep güzel şeyler mi yazmalı ki.. yazdıklarımın hepsi güzel mi ki..
boğazıma takılan bir şeyler var.. su içtim, geçmiyorlar.. gereğinden fazla mı, büyük mü geldi ki acaba bana..
bugün doğumgünüm olsaydı keşke..
belki de bu cümle her şeyi anlatmıştır, daha ne hacet yazmaya...
belli ki özlemişim işte..
ya çabuk geçsin bugün ve yarın yeni bir gün olsun. ya da bitmesin bugün ve ben de takılıp kalayım işte.. boğazımdakilerle birlikte..

22 Ekim 2010 Cuma

Böyle Şeyler

Böyle şeyler ancak filmlerde olur denir ya hep, gerçekten öyleymiş.
Başta kapıldım sahnenin güzelliğine, yani dedim ki ; tamam, sadece oyun değil, gerçek payı da var. Film karesi gibi başlayan ama donup kalan bir hikaye oldu sonra. Zaten çok da büyütmemeliydim aslında. Ama engel olamadım. Zorladım elimden geldiğince ama salıverdiğimde yanımda bulamadım. Halbuki yaralarım vardı sarılacak. Anlatacaklarım vardı ve yazdıklarım okunacak… olmadı, olsun istedim ama olmadı işte.
Yalnızca filmlerde oluyormuş böyle şeyler, gerçekten…
Ben bir rol kaptım sandım ama sadece figüranlıkmış benimki. Olsun, bunu da yaşadım diyorum şimdi. Çabuk kırılır gamze, bilmem söylemiş miydim? Ya da söylediklerimin ne kadarını duymuştu acaba. Çok şey anlatıyordum bir çırpıda.
Kısa metrajlı bir kısa film, bu zıtlığı içeriğiyle uyumlu merak edilmesin. Vardı elbet beklediklerim, pes etmiş de değilim. Ama ne kadar daha sürer bu bekleyiş bilemiyorum. Belki aniden bambaşka bir filmin içinde bulurum kendimi. Ama bu sefer böyle cesur davranmam herhalde. Çünkü canım yandı bir kez, acıttı gerçek hayat.
Filmden kopup dönünce yüzlerimizi birbirimize, ya da sadece ben sana, hızlı çarptı suratıma rüzgarın..
Yapardım, beklerdim, isterdim.. ama kader diyoruz ya, olmayacakmış. Kısa filmmiş. Çabuk bitmiş. Kaybettiklerimizi bilmezsek üzülmeyiz. Atlayıp, unutup yaşamak en güzeli..
Evet sinirliyim ama… durun bir dakika, siz kimsiniz?

21 Ekim 2010 Perşembe

Bu Sabah

Uyanacağın sabahın farkı olsun diğerlerinden..
Bu sabah başka doğsun güneş dünyana..
Varsa içinde kırık dökük duygular bu sabah esen yel alıp götürsün hepsini bir çırpıda ve sen ardından bile bakma..
Öyle temiz uyanki bu sabaha, kalbin sonuna kadar açmış olsun kapılarını umuda..
Neden sonra bulduğunda filizlenmiş dalları kapında, al bas onları bağrına doya doya...
dedim ya bu sabahın farkı olsun diğerlerinden..
Yap istediğini, söyle bildiğini ne yazar.. 
  Benim için bedeldir  dünyaya içinden gelen..

20 Ekim 2010 Çarşamba

"Rüzgar"

Uyandım. Sıkı sıkı kapattığım perdelerimden birinin ucu kırılan camımdan gelen rüzgarla havalanıyordu. Çılgına döndüm. Nasıl olurdu, o cam nasıl kırılırdı? Ben o kadar dikkat ederken nasıl olurdu. Deli gibi korkuyordum. Yerimden kalkamadım. Ama burnuma dışarıdaki temiz havanın kokusu geldi. Nefes aldım, derin bir nefes. Ardından bir nefes daha. Hem diken üstünde hem bulutların üstünde hissediyordum kendimi. Karmaşığım. Belli ki hava serindi. İnsanın en çok ihtiyacı olduğu anda esip rahatlatan rüzgarlar vardı dışarıda. Rüzgar inat etti. Odama doldu. Birlikte taştık. Öyle güçlüydü ki. Varlığı bana da güç veriyordu. Ve artık oturmamalıydım, doğruldum, kalkacaktım. Camın önüne gidip bütün perdelerimi açacaktım. Gün ışığı temiz hava ve rüzgar… hepsi benimle olacaktı. Ben de onlarla. Heyecanlandım. Önce odamdaki rüzgara alıştırdım kendimi. Günlerce yerimden kalkmadım. Sabah ve akşam rüzgarın odamı ziyaret etmesini bekledim. Geldi, aksatmadı hiç. Deli gibi korku yerini deli gibi sevince bıraktı. Artık rüzgar benimleydi. Onu biliyordum. O da beni biliyordu. Üşüdüğümde sıcak, bunaldığımda serin esti. İyi ki vardı, iyi ki vardı… ama rüzgar deli esmeye başladı, kalk diyordu bana. O demese bile ben artık dayanamıyordum. Kesinlikle kalkmalı, onunla gitmeliydim. Çünkü dışarıda çok daha güçlü esecektik birlikte. Belki de hep istediğim gibi büyüyecektik. Tüm cesaretimi topladım. Nefeslerimin ardı arkası kesilmeden tuttum elinden rüzgarın. Hadi, camın önündeydi. Beni bekliyordu. Ayaklarımı yatağımdan çıkarıp yere bastım. Zemini hissettim. Allahım ne uzun zamandır hissetmiyormuşum. Çekim kuvveti beni nasılda dizginleri altına aldı. Adım atmak istedim. Hadi olacak, hadi. İlk adım geldi. Sarsıldım , sendeledim. Düşecektim. Ama düşmedim. Rüzgar beni bekliyordu çünkü.. onun gücü yetiyordu. Bir adım daha, hadi bir adım daha.. ve camın önüne geldim. Sonra bir adım kalmıştı. Sadece tek bir adım. Ayağımı atmak istedim. Oynamadı yerinden. Zorladım, çekiştirdim. Ayağım ağırlaştı. Gözlerimi alamadığım rüzgarın gözleri ayağıma takıldı. Baktım, ben de baktım..  kocaman bir zincir, kısa.. camın önüne kadar gelmeme izin veren ama asla bir adıma daha yer vermeyen buz gibi bir zincir. Üşüdüm, çok üşüdüm.. ağlamaya başladım, çok ağladım.. rüzgar camımın önünde bana bakıp kaldı. Ben ağladım. Beni de götürmesini ne kadar istedim. Elimi uzatmak istedim. En azından dokunmalıydım ona son kez. Dokundum. Yandım. Kavruldum. Perdem kapandı. Rüzgar delice bir fırtınayla gitti. Çığlıklarımı duyan olmadı. Feryat figan ağıtlarımdan kimsenin haberi yok..

Sonunda Huzurlu Bir Uyku..

Ve bu sabaha rahat bir şekilde uyandım sonunda.. gözlerimi açıp kendimi kontrol ettim yorgun muyum diye:) hayır değilim! tamamen dinlenmiş ve enerji doluyum.. gülümsemek işe yaramadı değil tabiki:)
her sabah banyoyu ziyaretimde aynaya bakarak bir tahminde bulunuyorum, acaba bugün nasıl olacağım diye..
kaç kez gülümserim, ne kadar ayrıntıcı olurum, sesimi yükseltir miyim, ne kadar konuşkanım, güzel miyim çirkin mi? vs. vs. bu sabah sorulara verdiğim cevaplar iç açıcıydı gerçekten:) " eh gamze fena değilsin, hatta nerdeyse iyisin, gülümsedin mi tamam zaten;) halledilecek işleri sıraya koy ve keyfini çıkarmaya bak, başlıyoruz!"
birazdan evden çıkacağım ve günü kalan üçte ikisinin ilk bölümüne başlayacağım. çocuklarım beni bekler, bugün hepimiz keyifli bir gün geçireceğiz.. zaten söylemişti gamze: " gülümsedin mi tamam!" :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Eğer Hava Yağmurluysa Ya Da Yağmur Sonrasıysa..

iki gündür bir huzursuz uykularım, neler oluyor anlamış değilim ama belki on defa uyanıyorum geceleri.. yorgun uyanıyorum sabaha, koşturmuş koşuşturmuş gibi telaşla.. erken kalkmayı sevmeme rağmen zor geliyor kalkmak yorgunluktan.. aklım takılıyor buna, neden diyorum neden böyle acaba?
ama havaya bakıyorum sonra, şansıma yağmurlu gidiyor şu sıra.. ben yağmuru çok severim, yağmur sonrası toprak kokusunu da.. belki bu havalar avutuyor beni, havalar sayesinde güne kendimi düzeltip başlıyorum eğriliğimden.. hava hep gri olsa, biliyorum herkes sevmez bunu, ama bu sıralar hep böyle olsa keşke.. sabahın erken saatleri gibi devam etse tüm gün.. günün en sevdiğim saatleri gibi..

hava sizi de bu denli etkiler mi??

16 Ekim 2010 Cumartesi

MUTLULUK PROJESİ!

Kitap okumayı gerçekten seviyorum. okurken kitapla bütünleştiğim, kendimi kaptırdığım çok olmuştur. ama bir kitabı bu kadar çok içselleştirdiğim hiç olmamıştı. Mutluluk Projesi okurken dahi mutlu etti beni. Kişisel mutluluk projeme başladım bile. Altın kural: Gamze ol! Çabuk bitmesin diye yavaş yavaş, sindire sindire okuduğum bu kitap gerçekten keyif veriyor.
Mutlu olmayı önemseyenlere öneriyorum..
"Mutlu olma görevi kadar hafife aldığımız bir başka görev daha yoktur."
                                          Robert Louis STEVENSON

15 Ekim 2010 Cuma

MERHABA!

Bu bir başlangıç yazısıdırJ
Blog oluşturmaya doğrusu Gretchen RUBİN’in “Mutluluk Projesi” kitabını okuduktan sonra karar verdim. Kitabı okuyanlar bileceklerdir ki, bu da proje kapsamında yapılmış bir hareketJ
Tam olarak ne içerecek bu blog bilmiyorum ama başladık işte.. elbet paylaşacak çok şey çıkacaktır..