31 Ekim 2010 Pazar

"Yek Bir Nefes"

Elbet bir yerden değişecek yaşananlar..
Hangisi aynı kaldı ki bu güne kadar.
Uzun uzadıya isyanın anlamı yok
Sırandanlaştı artık eskimeyen başlangıçlar..
Biri sensin biri benim yaşananların taraftarı
Ya da bana karşı bütün dünya yine benimle sınırlı.
Unutulmayacak olan hangisi
Benim suskunluklarım mı
Senin karşılıksız konuşmaların son vermemelerin mi
Daha kaç kez susabilirdim ki…

Ömrümün derin zamanlarında
Sade güzelliklerinde bulduğumu sanırdım seni
Sanki gökten zembille inmiştin
Bir nefesten fazlası, çok daha fazlasıydın
Kalan nefeslerimdin sen
Uğraşmamalıydım artık
Ne gün saymak ne sabahlara uyanmak …
Belki de buydu suskunluk bozan;
Çığlıksız yek bir nefes almak..

"senin"

Bir Pazar günü. Hava güneşli( sevmiyorum şöyle aldatıcı havaları, güneş var ama buz gibi! Ya tam sıcak ol ya da sevdiğim gibi gri!) akşamüstü saatleri, elimde kalemim kağıdım… masamda “annemin” pişirdiği kestanelerim, kulağımda “babamın” tamir sesleri.. yazmak için, uygun zaman!
Bir önemi olmalı yaşadıklarımın. Birilerinin ya da bir şeylerin durumunu etkileyebilmeli söylediklerim. Boşuma bakmıyorumdur bakıyorsam ve beyhude değildir onca şarkı. Uyanıyorsam sabahın köründe hep bir şey için, uyumak desen rüyalara, yine öyle. Okuyorum, yazıyorum, çiziyorum… acaba niye?
Yüksek ökçelere alıştım mesela, durup dururken değil elbet! Tortelliniyi hiç söylemiyorum! İzlemeye devam ediyorsam yeni başlarcasına, yaşıyorsam her filmi, hep bir amaç uğruna..
Suskunlaşıyorsam, gözlerim dalıyorsa, üzülüyorsam, özlüyorsam, melankolik davranıyorsam vardır sebebi..
Çocuk oluyorsam, şımarıyorsam, şaşırtıyorsam, renk cümbüşü varsa hayallerimde, diyorum yine; sadığım sebebime..
Duyuyorsam, duymuyorsam, görüyorsam, görmüyorsam, kimi zaman göstermiyorsam, yokluğun varlığına inanıyorsam, biliyorsam eğer, ayna karşısındaysam, değişip aynı kalıyorsam, koşup yoruluyorsam, nefesimi çekebiliyorsam ciğerlerime kadar..
Ve kalemim susmuyorsa, ben susmuyorsam, sustuğumda korkuyorsam eğer, hepsi aynı nedenle..
Anlatamamaktan korkuyorum ama yine vardır sebebi ki; cesareti seviyorsam. Anla!
Henüz varım. Sebebimle yok olacağım. Olsam da olmasam da, söylemenin vaktidir; her şey “senin” uğruna!

31.10.2010

30 Ekim 2010 Cumartesi

Susmaktansa..

susmaktansa konuşmalı dedim..
susmamalı..
anlatmalı elden geldiğince
bi yolu bulunurdu elbet..
ne olurdu ki isteyince..
istedim diyebilince..
anlatabilince..

ne derin nefesler çektim
bilemezdi ki elbet
ne içtendi ahlarım
titremelerim ne kadar gerçek..

boğazımda ki yumrukla konuşamazdım
susmalıydım..

yok..
yalan yok...
inan yok..

diyemezdim ki..

bi yerden değişti mi yaşananlar
olmazdı ki eskisi gibi
güvenemezdi ki insan
öldürse kendini..

kalemim gitmekten ürkek
ben kendimle yüzyüze..
hiç böyle bakmamıştım
aynadaki kendime

kelebeğin kozasına hazin vedası
olan bitenin yansıması

tutmaz olmuş ellerim
söyleyemez haldeyim
aklımdakileri salamam ışığa
ama iyi bilirim;
kendimleyim...!

29 Ekim 2010 Cuma

"Deva'm"

ayrılık zor
04.07.2008
Bir akşamdır ki iki yürek çırpınır. Hem başlangıçtır bu gece hem de hazin bir son.. ne var ki anlatılamayanlar, söylenemeyenler bi kördüğüm olup oturmuştur boğazlara.. bitmemiştir ki hala gülünecek komik olaylar, paylaşılacak sevinçler, belki yalandan ama acı veren son buluşlar…alişmak kolay unutmak zordur öyle değil mi, şimdi gel de unut bu alişkanlığın en delisini..
Hiçbir şeye ona sormadan başlamamışsın, sormadıkların yalan olmuş gözünde.. bazen konuşmadan anlatmış duymadan dinlemişsin.. ama şimdi….
Bilirsin ki gidecek çare yok mecbur.. ya da gidenin ne önemi var kalan yokken ortada..
Hepsi başkadır evet hepsi bambaşka … ama böylesi… sığdıramıyorum kelimelere.. uyuzsun işte..
İlk kez sustu kalemim senin yüzünden..
Nerde olursan ol, nereye gidersen git, o deli ,zeki, gözlerinin arkasını gördüğüm, gülmelerine gülmelerini feda edebileceğim küçük kardeşimi alamazlar içimden…

"OYUN"

belki de unutmak için gelmiştim sana
ya senden öncesini
ya da seni unutmaya

elimde değildi
bir kere buluştu mu gözler
gerisini ne kalp dinler ne akıl

ama dedim
dedim sana ben
uzağımdır ben gelemezsin yanıma...
dinlemedin

şimdi ne yan yanayız ne de ayrıyız
ellerin avuçlarımda belki ama
gözlerin uzaklarda

kimbilir belki de uzaklardaki bende...

bu belki bir aldatmaca
belki bir oyun
sonunda kaybeden her iki taraf olan

oyun devam etsin bitmesin istesem de
unutma aklından çıkarmaki
hakikatte
ben yokum !

28 Ekim 2010 Perşembe

"Kahkalar Ülkesi"

Kahkahalar Ülkesi, Galen adlı küçük bir kasabada inzivaya çekilmiş ve kırk dört yaşında geçirdiği bir kalp krizi sonucunda ölmüş olan, efsanevi çocuk kitapları yazarı Marshall France tarafından kaleme alınmıştır.

Tom Abbey ve kız arkadaşı Saxony Gardner bu en beğendikleri yazarın biyografisini yazmak için dingin bir yaz gününde Galen'a gelirler.

Ancak ne bu uyuşuk, küçük kasaba ne de orada yaşayanlar göründükleri gibidir: Marshall France'ın gölgesi hâlâ mezarından kasabanın üzerine düşmekte ve büyüsü kitap sayfalarının çok daha ötelerine uzanmaktadır.

"Beni böylesine çarpan bir fantazya daha anımsamıyorum."
- Stephen King

"Muhteşem bir gövde gösterisi."
- Stanislav Lem

"Sevilen bir kitabın işler kötüye gittiğinde sığınılacak güvenli bir mekan olabileceğine inananların bayılacağı bir kitap."
- Neil Gaiman

"Hem korku, hem fantazya, hem polisiye... Günlük yaşamın gölgeli sınırlarında gizlenen sinsi bir dehşet!"
- New York Times

İki günde soluksuz okuduğum bir kitap.. Gerçekten çok etkileyiciydi..

"Yeni Sayfam"

Yeni sayfamsın benim..
Dedim ki kendime yeni, tertemiz bir sayfa aç..
Üstümde geçmiş sayfaların tozu dumanı..
Yorgunluktan koluma kaldıracak halim yokken;  bir baktım ki biri almış götürmüş beni yepyeni bir sayfaya..
Yeni…
Temiz, beyaz , kimsenin karalamadığı..
İlham peşimde yine..
Durmadan yazıyorum.
Ne için ne olacak bu yazdıklarım, düşünmeden yazıyorum sadece.
Her sayfanın sonunda yenisi kalemin ucunda,
Aynı hevesle dolduruyorum  her yeni geleni..
Hevesim heyecanım avuçlarımda..
Hiç bitmesin istiyorum sayfalar..
Çünkü daha söylenecek çok söz var..
Ne olursa olsun diyorum, ben yazayım..
Varsın okumasın, fark etmesin bile..
Ama ben yazayım..
Diyor ya şair:
“ben zararsız duyguların peşindeyim”
Ben de öyle..
Kalem ister ki; hiç bitmesin sayfalar,
Dökülecek cümlelerim var, anlatacaklarım var, duyuracaklarım..
Dilse; biraz utangaç:
Kal diyebilmektedir sadece…
Çırpınan, bağıransa çığlık çığlığa; gönüldür elbet !
Gönül der ki :
Gözlerini kapatıp açtığı anı dahi benimle dolsun,
İçinde, dışında, dilinde, kulağında bir beni bulsun..
Varsın roman olsun..lakin,
Aman bırakmasın
Sakın bırakmasın…

26 Ekim 2010 Salı

"Annem ve Babam"

Yaklaşık sekiz aydır bir başka yaşıyorum. sabahlara başka uyanıp, başka dalıyorum uykulara.. Eksiğim o zamandan bu yana, içim rahat ama özlem dolu.. Kimi zaman isyan ediyor kimi zaman şükrediyorum olanlara.. Onlar orda, ben burda.. 
Alışılmaz yahu kabul etmiyorum bunu.. Alışılsaydı eğer böyle olur muydu? 
Kahvaltı masasında henüz ayılmamışken ikimiz de, onların taklitlerine başlayıp gülme krizlerine girer miydik alışsak? Gün aşırı seslerine özlemle sarılır mıydık telefonlara.. ne alsak, ne yapsak katar mıydık onları da içine bir ucundan.. onlarla da yapalım diye listeler tutar mıydık... yalnızca bir gece uğruna yirmi beş saat yol çeker miydik... cep telefonunun şimdiye kadar hiç önemsemedğim özelliği hoparlörü kullanır mıydık... en zor anlarda acı onlar yok diye katlanır mıydı ikiye.. her şeyi bırakmak, sadece koşup sarılmak gelir miydi içimizden... 
Hiç ayrılmamıştım da zaten..
Şimdi vuslat zamanı işte.. Bu cumartesi evimizin kral ve kraliçesi dönüyorlar:)
Annem ve Babam..
"o güne çok var mı? elbiselerimi hazırladım ben.. temizlik de yapmak lazım.. geçen de yapmıştım çok güzel olmuştu hani o tatlıdan yapayım mı:? çok özledim ben be, kalbim çok hızlı çarpıyor heyecandan.. onlar gelene kadar kaç kez daha yatcaz kalkcaz abiii?"

25 Ekim 2010 Pazartesi

Umutlarım!

Geç kalmıştım biliyorum. Belki de artık beklemiyordun beni. Farkında bile değildin geciktiğimin gelmediğimin. Gerçi sen de haklısın nereden bilecektin ki bunca zaman sonun da bir gün kapına dayanacağımı..
Önce şurda anlaşalım. Yüzüme yabancıymışım gibi bakma. Ben ister miydim sanıyorsun böyle olmasını. Senden bunca zaman ayrı kalmayı. Oysa her sabah gözlerimi açtığımda aklımda bir sen vardın. “bugün kavuşacağız onunla hiç kimse bunu engelleyemez” diyordum her yeni gün. Ama olmadı. Yapamadım. Kapıyı açıp her şeyden kaçarcasına sana koşmak istediğimde tuttular beni göndermediler. Seni çok özledim, çok…
Biliyor musun orada herkes yalancıydı. Göz göre göre yalan söylüyorlardı “masumca” . hergün seni bana unutturma çabasındalardı. Bir daha asla buluşamayacağımızı senin öldüğünü dahi söylüyorlardı bana. Asla inanmadım onlara. Biliyordum gerçekleri, birgün mutlaka bir araya geleceğimizi. Ama esirleriydim onların. Ne deseler yapıyordum boyun eğiyordum. İnan çok acımasızlardı. Göz yaşlarım onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ben ağladıkça onlar seviniyorlardı beni daha çok üzmeye ağlatmaya çalışıyorlardı. Bir köşeye büzülüp gizli gizli seni düşünmek istesem hemen karşıma dikiliyorlardı. Onlardan hiç kurtulamayacağıma inanmaya başlamıştım ki , bu sabah her şey değişti…
Uyandığımda hepsi başımdaydı. Bana bakıyorlardı. Neler olduğunu anlamamıştım. Ayağa kalktım ve bana verecekleri yeni emri beklemeye başladım. Acaba yine ne olacaktı. Bu sefer hepsi farklı bakıyordu. Galiba en kötüsünü en ağırını hazırlamışlardı benim için. Sonra yüzlerine dikkatle baktım. Eğer her şey düşündüğüm gibi olsa onlar mutlu olurlardıiğrenç kahkahalarını  atarlardı. Ama öyle değildi. Hepsi çok üzgündü. Öyle bi bakışları vardı ki.neredeyse beni oracıkta öldüreceklerdi. Fakat dokunmuyorlardı bana, nefretle bakıyorlardı sadece. Sanki aramızda bir duvar varmışçasına, yaklaşamıyorlardı bile. Bu olanlar iyice korkutmuştu beni. Afallamıştım. Gidip deli gibi onları omuzlarından tutup sarsmaya başladım.
“Neler oluyor he?  Bu defa vurmayacak mısınız bana. Hiçbir şeyi kırıp dökmeyecek misiniz.  Gözlerimden kanlar akıncaya kadar ağlatmayacak mısınız. Cevap versenize! Belki de bu sefer benden kurtulmaya karar verdiniz. Artık sıkıldınız, yeni kurbanlar bulmalısınız öyle değil mi.  Peki.. söyleyin hadi. Nasıl öldüreceksiniz beni. Yavaş yavaş mı?  Acı çektirerek mi? Ya da biraz vicdana gelip! Kalbime bi bıçak mı saplayacaksınız sadece ? durmayın öyleyse. Ben hazırım!”
Hepsi yüzüme bakıyor, ama hiç konuşmuyorlardı. Bir adım geri çekildim, onları seyrediyordum. Sonra fark ettim üstlerini giyinmişlerdi ellerinde bavulları. Birer birer evimi terk ettiler.. buna inanamıyordum. Ne olmuştu da onlardan kurtulmuştum aklım almıyordu. Ama bu o kadar önemli değildi. Önemli olan artık özgür olmamdı…
Onlar gittikten sonra , hemen geriye kalan en güzel kıyafetlerimi giydim yıllardır bakamadığım aynama baktım. Biraz süslendim. O kadar heyecanlıydım ki elim ayağıma dolaşıyordu. Kendimi dışarı attım ve hiç durmadan koşmaya başladım…
Ve işte buradayım! Karşındayım. Şimdi beni bağrına basman için bekliyorum. İstersen sokakta yatır beni alma yanına.. inan kapında beklerim. Hiç pes etmem. Onlardan öğrendiğim tek bir şey var onlar gibi inatçı olmak! Ve ben asla, ne olursa olsun bırakmayacağım seni. Duymuyor musun kurtuldum onlardan. Artık yoklar. Onlar: karamsarlıklarım, kötü duygularım, ümitsizliğim…
Şimdi sadece sen varsın, siz varsınız. Hadi, bu kez izin verme onlara. Şuracıkta kapında beklerken beni kandırmalarına izin verme . koca dünyanda bana da yer vardır elbet. Ben geldim, geç olsa da.. kırma beni,, sen : umutlarım!

boğazıma takılan bir şeyler var

hep güzel şeyler mi yazmalı ki.. yazdıklarımın hepsi güzel mi ki..
boğazıma takılan bir şeyler var.. su içtim, geçmiyorlar.. gereğinden fazla mı, büyük mü geldi ki acaba bana..
bugün doğumgünüm olsaydı keşke..
belki de bu cümle her şeyi anlatmıştır, daha ne hacet yazmaya...
belli ki özlemişim işte..
ya çabuk geçsin bugün ve yarın yeni bir gün olsun. ya da bitmesin bugün ve ben de takılıp kalayım işte.. boğazımdakilerle birlikte..

22 Ekim 2010 Cuma

Böyle Şeyler

Böyle şeyler ancak filmlerde olur denir ya hep, gerçekten öyleymiş.
Başta kapıldım sahnenin güzelliğine, yani dedim ki ; tamam, sadece oyun değil, gerçek payı da var. Film karesi gibi başlayan ama donup kalan bir hikaye oldu sonra. Zaten çok da büyütmemeliydim aslında. Ama engel olamadım. Zorladım elimden geldiğince ama salıverdiğimde yanımda bulamadım. Halbuki yaralarım vardı sarılacak. Anlatacaklarım vardı ve yazdıklarım okunacak… olmadı, olsun istedim ama olmadı işte.
Yalnızca filmlerde oluyormuş böyle şeyler, gerçekten…
Ben bir rol kaptım sandım ama sadece figüranlıkmış benimki. Olsun, bunu da yaşadım diyorum şimdi. Çabuk kırılır gamze, bilmem söylemiş miydim? Ya da söylediklerimin ne kadarını duymuştu acaba. Çok şey anlatıyordum bir çırpıda.
Kısa metrajlı bir kısa film, bu zıtlığı içeriğiyle uyumlu merak edilmesin. Vardı elbet beklediklerim, pes etmiş de değilim. Ama ne kadar daha sürer bu bekleyiş bilemiyorum. Belki aniden bambaşka bir filmin içinde bulurum kendimi. Ama bu sefer böyle cesur davranmam herhalde. Çünkü canım yandı bir kez, acıttı gerçek hayat.
Filmden kopup dönünce yüzlerimizi birbirimize, ya da sadece ben sana, hızlı çarptı suratıma rüzgarın..
Yapardım, beklerdim, isterdim.. ama kader diyoruz ya, olmayacakmış. Kısa filmmiş. Çabuk bitmiş. Kaybettiklerimizi bilmezsek üzülmeyiz. Atlayıp, unutup yaşamak en güzeli..
Evet sinirliyim ama… durun bir dakika, siz kimsiniz?

21 Ekim 2010 Perşembe

Bu Sabah

Uyanacağın sabahın farkı olsun diğerlerinden..
Bu sabah başka doğsun güneş dünyana..
Varsa içinde kırık dökük duygular bu sabah esen yel alıp götürsün hepsini bir çırpıda ve sen ardından bile bakma..
Öyle temiz uyanki bu sabaha, kalbin sonuna kadar açmış olsun kapılarını umuda..
Neden sonra bulduğunda filizlenmiş dalları kapında, al bas onları bağrına doya doya...
dedim ya bu sabahın farkı olsun diğerlerinden..
Yap istediğini, söyle bildiğini ne yazar.. 
  Benim için bedeldir  dünyaya içinden gelen..

20 Ekim 2010 Çarşamba

"Rüzgar"

Uyandım. Sıkı sıkı kapattığım perdelerimden birinin ucu kırılan camımdan gelen rüzgarla havalanıyordu. Çılgına döndüm. Nasıl olurdu, o cam nasıl kırılırdı? Ben o kadar dikkat ederken nasıl olurdu. Deli gibi korkuyordum. Yerimden kalkamadım. Ama burnuma dışarıdaki temiz havanın kokusu geldi. Nefes aldım, derin bir nefes. Ardından bir nefes daha. Hem diken üstünde hem bulutların üstünde hissediyordum kendimi. Karmaşığım. Belli ki hava serindi. İnsanın en çok ihtiyacı olduğu anda esip rahatlatan rüzgarlar vardı dışarıda. Rüzgar inat etti. Odama doldu. Birlikte taştık. Öyle güçlüydü ki. Varlığı bana da güç veriyordu. Ve artık oturmamalıydım, doğruldum, kalkacaktım. Camın önüne gidip bütün perdelerimi açacaktım. Gün ışığı temiz hava ve rüzgar… hepsi benimle olacaktı. Ben de onlarla. Heyecanlandım. Önce odamdaki rüzgara alıştırdım kendimi. Günlerce yerimden kalkmadım. Sabah ve akşam rüzgarın odamı ziyaret etmesini bekledim. Geldi, aksatmadı hiç. Deli gibi korku yerini deli gibi sevince bıraktı. Artık rüzgar benimleydi. Onu biliyordum. O da beni biliyordu. Üşüdüğümde sıcak, bunaldığımda serin esti. İyi ki vardı, iyi ki vardı… ama rüzgar deli esmeye başladı, kalk diyordu bana. O demese bile ben artık dayanamıyordum. Kesinlikle kalkmalı, onunla gitmeliydim. Çünkü dışarıda çok daha güçlü esecektik birlikte. Belki de hep istediğim gibi büyüyecektik. Tüm cesaretimi topladım. Nefeslerimin ardı arkası kesilmeden tuttum elinden rüzgarın. Hadi, camın önündeydi. Beni bekliyordu. Ayaklarımı yatağımdan çıkarıp yere bastım. Zemini hissettim. Allahım ne uzun zamandır hissetmiyormuşum. Çekim kuvveti beni nasılda dizginleri altına aldı. Adım atmak istedim. Hadi olacak, hadi. İlk adım geldi. Sarsıldım , sendeledim. Düşecektim. Ama düşmedim. Rüzgar beni bekliyordu çünkü.. onun gücü yetiyordu. Bir adım daha, hadi bir adım daha.. ve camın önüne geldim. Sonra bir adım kalmıştı. Sadece tek bir adım. Ayağımı atmak istedim. Oynamadı yerinden. Zorladım, çekiştirdim. Ayağım ağırlaştı. Gözlerimi alamadığım rüzgarın gözleri ayağıma takıldı. Baktım, ben de baktım..  kocaman bir zincir, kısa.. camın önüne kadar gelmeme izin veren ama asla bir adıma daha yer vermeyen buz gibi bir zincir. Üşüdüm, çok üşüdüm.. ağlamaya başladım, çok ağladım.. rüzgar camımın önünde bana bakıp kaldı. Ben ağladım. Beni de götürmesini ne kadar istedim. Elimi uzatmak istedim. En azından dokunmalıydım ona son kez. Dokundum. Yandım. Kavruldum. Perdem kapandı. Rüzgar delice bir fırtınayla gitti. Çığlıklarımı duyan olmadı. Feryat figan ağıtlarımdan kimsenin haberi yok..

Sonunda Huzurlu Bir Uyku..

Ve bu sabaha rahat bir şekilde uyandım sonunda.. gözlerimi açıp kendimi kontrol ettim yorgun muyum diye:) hayır değilim! tamamen dinlenmiş ve enerji doluyum.. gülümsemek işe yaramadı değil tabiki:)
her sabah banyoyu ziyaretimde aynaya bakarak bir tahminde bulunuyorum, acaba bugün nasıl olacağım diye..
kaç kez gülümserim, ne kadar ayrıntıcı olurum, sesimi yükseltir miyim, ne kadar konuşkanım, güzel miyim çirkin mi? vs. vs. bu sabah sorulara verdiğim cevaplar iç açıcıydı gerçekten:) " eh gamze fena değilsin, hatta nerdeyse iyisin, gülümsedin mi tamam zaten;) halledilecek işleri sıraya koy ve keyfini çıkarmaya bak, başlıyoruz!"
birazdan evden çıkacağım ve günü kalan üçte ikisinin ilk bölümüne başlayacağım. çocuklarım beni bekler, bugün hepimiz keyifli bir gün geçireceğiz.. zaten söylemişti gamze: " gülümsedin mi tamam!" :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Eğer Hava Yağmurluysa Ya Da Yağmur Sonrasıysa..

iki gündür bir huzursuz uykularım, neler oluyor anlamış değilim ama belki on defa uyanıyorum geceleri.. yorgun uyanıyorum sabaha, koşturmuş koşuşturmuş gibi telaşla.. erken kalkmayı sevmeme rağmen zor geliyor kalkmak yorgunluktan.. aklım takılıyor buna, neden diyorum neden böyle acaba?
ama havaya bakıyorum sonra, şansıma yağmurlu gidiyor şu sıra.. ben yağmuru çok severim, yağmur sonrası toprak kokusunu da.. belki bu havalar avutuyor beni, havalar sayesinde güne kendimi düzeltip başlıyorum eğriliğimden.. hava hep gri olsa, biliyorum herkes sevmez bunu, ama bu sıralar hep böyle olsa keşke.. sabahın erken saatleri gibi devam etse tüm gün.. günün en sevdiğim saatleri gibi..

hava sizi de bu denli etkiler mi??

16 Ekim 2010 Cumartesi

MUTLULUK PROJESİ!

Kitap okumayı gerçekten seviyorum. okurken kitapla bütünleştiğim, kendimi kaptırdığım çok olmuştur. ama bir kitabı bu kadar çok içselleştirdiğim hiç olmamıştı. Mutluluk Projesi okurken dahi mutlu etti beni. Kişisel mutluluk projeme başladım bile. Altın kural: Gamze ol! Çabuk bitmesin diye yavaş yavaş, sindire sindire okuduğum bu kitap gerçekten keyif veriyor.
Mutlu olmayı önemseyenlere öneriyorum..
"Mutlu olma görevi kadar hafife aldığımız bir başka görev daha yoktur."
                                          Robert Louis STEVENSON

15 Ekim 2010 Cuma

MERHABA!

Bu bir başlangıç yazısıdırJ
Blog oluşturmaya doğrusu Gretchen RUBİN’in “Mutluluk Projesi” kitabını okuduktan sonra karar verdim. Kitabı okuyanlar bileceklerdir ki, bu da proje kapsamında yapılmış bir hareketJ
Tam olarak ne içerecek bu blog bilmiyorum ama başladık işte.. elbet paylaşacak çok şey çıkacaktır..